Türkiye’nin ihracat performansı, küresel ticaret politikaları ve yerel ekonomik reformlarla şekilleniyor.

İhracatta Sektörel Dönüşüm: Riskler, Fırsatlar ve Stratejik Yaklaşımlar

Dış ticarette ülke gruplarının ve ihracat yapan ülkelerin dağılımı, ticaretin yönelimini ve bölgesel pazarlardaki değişimi net bir şekilde ortaya koyuyor. İmalat sanayisi, tarım ve madencilik gibi sektörlerde değerlendirilen performans, Türkiye’nin rekabet gücünü ölçmek açısından kritik veriler sunuyor. 2024 yılı itibarıyla küresel ticaretin yön değiştirmesi ve ekonomik belirsizlikler, Türkiye’nin ihracat stratejilerinde daha esnek ve yenilikçi bir yaklaşımı zorunlu hale getiriyor.

İhracat Stratejisinde Sektörel Ayrım ve Riskler

Son yıllarda Türkiye’nin ihracat performansı, küresel ekonomik değişimlere rağmen istikrarlı bir büyüme gösterdi. 2024 yılı itibarıyla yıllık ihracat artışı yaklaşık %2,5 seviyesinde gerçekleşti. 2014-2019 döneminde pandemi hariç tutulduğunda yıllık ortalama %2,1’lik bir büyüme kaydedilmişti. Bu durum, Türkiye’nin ihracatının kötüye gittiği algısını reddetse de, sektör bazında detaylı bir inceleme yapılmasını gerektiriyor.

Özellikle iş gücü yoğun sektörlerde ihracatta düşüş eğilimi gözlemlenirken, yüksek katma değer üreten sektörlerde artış yaşandığı görülüyor. Bu durum, Türkiye’nin üretim modelinde dönüşüm yaşandığını gösteriyor. Ancak, ABD’nin eski başkanı Donald Trump’ın yeniden seçilmesi halinde uluslararası ticarette uygulayacağı yeni vergi politikalarının küresel dengeleri değiştirme potansiyeli taşıdığı unutulmamalıdır. Çin, Meksika ve Kanada gibi Türkiye’nin dolaylı ticaret yaptığı pazarlarda ortaya çıkabilecek gerilimler, Türkiye’nin dış pazarlarda daha aktif bir strateji geliştirmesini zorunlu kılıyor.

Küresel Politikaların Dış Ticarete Etkisi

ABD’nin korumacı politikaları küresel ticareti doğrudan etkiliyor. Başkan Trump’ın ikinci döneminde benimsemesi muhtemel gümrük tarifeleri, özellikle Çin ile ticarette sıkı önlemler ve AB ile olası bir ticaret savaşı ihtimali, dünya ekonomisini baskı altına alabilir. Türkiye açısından bakıldığında, bu tür ticari engellerin 2025 yılının ikinci yarısından itibaren etkilerini göstermesi bekleniyor.

Ancak, Türkiye’nin ihracat stratejisini belirleyen asıl faktörler sadece dış ticaret politikaları değil, iç piyasada uygulanacak yapısal reformlar olacak. Örneğin, dijitalleşme ve teknolojik dönüşüm, ihracatta sürdürülebilir büyüme sağlamak adına önemli bir alan olarak öne çıkıyor.

KOBİ’lere Yönelik Destek Politikaları: KOSGEB ve KGF Uygulamaları

KOBİ’lerin rekabet gücünü artırmaya yönelik politikalar, Türkiye’nin ihracatının sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşıyor. Bu bağlamda KOSGEB’in yeni istihdam destek programları, iş gücü yoğun sektörlerde faaliyet gösteren küçük ve orta ölçekli işletmeler için can suyu niteliğinde.

KOSGEB İstihdam Destek Programı

Tekstil, mobilya, deri ve giyim gibi sektörlerde faaliyet gösteren işletmeler için KOSGEB tarafından sağlanan yeni istihdam desteği, iş gücünü koruma açısından önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. 30 prim gününe karşılık 2.500 TL geri ödemesiz destek sağlanması, sektör çalışanları için büyük bir avantaj yaratıyor.

Destek programının 12 ay boyunca devam etmesi ve en fazla 249 çalışanı olan işletmelere 7,47 milyon TL’ye kadar destek sağlanması, emek yoğun sektörlerde istihdamı sürdürülebilir kılmaya yönelik kritik bir adım olarak değerlendiriliyor.

KGF’nin Rolü: Geçici Bir Çözümden Öteye Geçmek

2017 yılında uygulamaya konulan Kredi Garanti Fonu (KGF), iç talebi canlandırmaya yönelik kritik bir müdahale aracı olarak kullanılmıştı. O dönemde ihracatın toparlanması, dış talebin artması ve GSYH büyümesine katkı sağlamıştı. Ancak, günümüzde finansal piyasalardaki dalgalanmalar ve yüksek faiz oranları, KOBİ’lerin krediye erişimini zorlaştırıyor.

Özellikle teminat sorunu yaşayan küçük ölçekli işletmeler, bankaların kredi verme politikalarından olumsuz etkileniyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun yeni kredi paketlerinin yolda olduğunu duyurmasına rağmen, Merkez Bankası’nın sıkı para politikaları nedeniyle kredi faizlerinde beklenen düşüş henüz gerçekleşmiş değil.

KGF gibi kısa vadeli çözümler, ekonomik krizlerin etkisini hafifletebilir. Ancak, uzun vadede sürdürülebilir kalkınma için kalıcı yapısal reformların hayata geçirilmesi gerekiyor. Finansal desteklerin, hem iç talebi koruyacak hem de dezenflasyon sürecini baltalamayacak şekilde tasarlanması büyük önem taşıyor.

Geleceğe Yönelik Öneriler ve Stratejik Yaklaşımlar

Türkiye’nin ihracat stratejisinde sürdürülebilir büyümeyi sağlamak için şu noktalara odaklanması gerekiyor:

  • Teknolojik Dönüşüm: Dijitalleşme ve yüksek katma değerli üretime geçiş, Türkiye’nin uluslararası pazardaki rekabet gücünü artırabilir.
  • Yapısal Reformlar: KOBİ’lerin finansmana erişimini kolaylaştıracak, uzun vadeli istikrarı sağlayacak politikaların geliştirilmesi şart.
  • Pazar Çeşitlendirmesi: ABD ve AB gibi geleneksel pazarların yanı sıra, Asya ve Afrika’daki büyüyen ekonomilere yönelik ihracat stratejilerinin güçlendirilmesi önemli bir fırsat yaratabilir.
  • İhracatta Uzun Vadeli Sözleşmeler: Döviz kurundaki dalgalanmalardan korunmak ve pazar payını sabitlemek için ihracatçı firmaların orta ve uzun vadeli sözleşmelere yönelmesi gerekiyor.

KOBİ’lerin finansmana erişim sıkıntıları ve küresel ticaretteki değişimler, ancak uzun vadeli yapısal önlemler ve sürdürülebilir destek paketleriyle aşılabilir. Bu bağlamda, iç talebi ve dış ticareti dengede tutacak yeni politikaların geliştirilmesi, gelecekte benzer krizlerin önüne geçilmesi açısından kritik önem arz ediyor.

Türkiye’nin ihracat politikalarında sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme sağlamak için geleneksel destek mekanizmalarının ötesine geçmek gerekiyor. Kısa vadeli teşvikler geçici çözümler sunarken, uzun vadeli yapısal reformlar ihracatın kalıcı olarak güçlenmesini sağlayacaktır. Küresel ticarette yaşanan dalgalanmalara karşı daha dirençli bir ihracat modeli oluşturmak için teknoloji, finansman ve pazar çeşitlendirme stratejileri ön planda olmalıdır.